6 ŞUBAT DEPREMLERİ
BASINA VE KAMUOYUNA
6 ŞUBAT 2023 tarihinde gerçekleşen ve on bir ilimizi ve yüzlerce yerleşim merkezini etkileyerek, yüz binin üzerinde insanımızın hayatını kaybetmesine, on binlerce insanımızın yaralanmasına, sakat kalmasına, yüz milyar doların üzerinde ekonomik zarara yol açan “Doğu Anadolu Depremlerinin” birinci yıl dönümünde, kaybettiklerimizi anmak için toplanmış bulunuyoruz.
Anadolu topraklarından geçen tüm kavimlerin, doğa kaynaklı afetler ve özellikle depremler ile boğuştuğunu tarihsel kayıtlardan biliyoruz. Bu nedenle, nüfusun yoğun olmadığı çağlarda, göçebe kültürünün etkisi ile yerleşik düzene geçemeyen halkların, din-tarım toplumu olmanın etkisi ile doğa kaynaklı afetleri “tanrıların gazabı” olarak nitelendirmiş olmalarına elbette şaşırmıyoruz. Bizleri şaşırtan ve dehşete düşüren, Depremin oluş mekanizmasının çözüldüğü 20 ve 21. Yüzyılda, yaşadığımız topraklarda gerçekleşen 35 yıkıcı depremde,200 bininin üzerinde insan kaybına, milyarlarca dolar zarara rağmen hala ders çıkarmayan yöneticilerin sorumsuzluğu ve cehaletidir.
Doğa kaynaklı afetler konusunda geldiğimiz durum vahim, merkezi idarelerin aldığı tutum ise kaygı vericidir. Bir yıl önce gerçekleşen deprem, yerleşim alanı planlaması konusunda hala bir adım yol alamadığımızı, barınma amacı ile yapılan ama toplu enkaza dönüşen yapılarımızı yöntemli olarak denetleyemediğimizi göstermektedir. Ürkütücü olan ise, üzerinden bir yıl geçmesine karşın, bölgede çadırlarda ve konteynırlarda yaşam savaşı veren yoksul insanlarımızın içimizi sızlatan durumudur.
Sonuçları itibariyle “asrın felaketi” kelimeleri arasına sıkıştırılarak ”kadere” bağlanan afetin sorumluları ortada yoktur. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yanında bir de “faili meçhul” kayıpların olması, ayakta kalma mücadelesi veren afetzede yurttaşlarımızın acısını neredeyse isyana dönüştürmüştür.
Uygar ülkelerde, yıkım ve can kayıplarından sorumlu yetkililerin görevlerinden istifa etmeleri bir zorunlulukken, ülkemizde bu durum neredeyse bir terfi gerekçesi olmuş, afetin üzerinden bir yıl geçmesine karşın, sorumlu mevkilerde bulunan hiçbir kamu görevlisi sorumluluğu üstlenmemiş veya merkezi idare tarafından görevden el çektirilmemiştir.
Deprem sonrası yaşanan koordinasyon bozukluğu, bölgeye ulaşımda yaşanan güçlükler, yardım malzemelerinin vicdan ve sorumluluk sahibi STK lar, gönüllü kuruluşlar ve meslek örgütleri dışında zamanında yerine ulaştırılmaması, zorlu kış şartlarında yurttaşlarımızı çaresiz bırakmış, deprem, sel gibi doğa kaynaklı afetlerde yurttaşın üstünü örtecek çadırı sağlamakla yükümlü Kızılay, kendi sitesinden çadır satışı yaparak adeta fırsatı ticarete dönüştürme telaşına düşmüştür.
Yaklaşan yerel seçimler öncesi, yıkıma uğrayan kentlerde “yardım alma” koşulunu, “oy karşılığı” na bağlayan yönetim sisteminin bir sonucu olarak, ülkemizin yeni afetlerde düşeceği durum kürsüden, hem de en yetkili ağız tarafından itiraf edilmiştir:
”OY YOKSA, YARDIM DA YOK!”
Son 25 yıl içinde ülkemizin tamamında yapılan yer bilimsel çalışmaların sonuçları kaygı vericidir. Beş yüze yakın deprem üretme potansiyeli olan diri fayın var olduğu ülkemizde, kısa süre içerisinde veya uzun vadede ne zaman ve hangi noktalarda yıkıcı bir depremin olacağı ne yazık ki kestirilememektedir. O halde yapılması gereken şey, deprem zararlarını en aza indirecek güvenli alanlarda, mühendislik prensiplerine uygun yapı üretilmesi ve bu yapıların her aşamasının sürdürülebilir, etkin ve efektif bir sistem ile zemininden çatısına kadar denetlenmesidir. Oysa ülkemizde 1999 depremlerinden sonra 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası ve uygulama yönetmelikleri ile yürürlüğe giren denetim sistemi, son depremde ortaya çıkan aksaklıklar göz önüne alındığında son derece yetersizdir.
Türkiye’de ilk deprem yönetmeliği 1939 Erzincan depremi sonrasında;1940 yılında yürürlüğe girmiştir. Bilimsel gelişmelerin yönetmeliklere yansıması elbette doğal kabul edilmelidir. Ancak, geçtiğimiz yüz yıl içinde yönetmelik 11 kez değişikliğe uğrarken bununla asimetrik olarak, “imar barışı” adı ile anılan 19 “imar affını” ve yıkılan binaların arasında ne kadarının imar affından yararlandığını öğrenmek istiyoruz.
Doğa kaynaklı afetleri gerekçe göstererek, bu durumu fırsata dönüştürme çabalarının giydirilmiş adı, mevcut hali ile “kentsel dönüşüm” ütopyasıdır. Yoksul insanların yaşamları boyunca elde ettikleri tüm birikimlerini kullanarak, aç kalma pahasına satın alıp, başlarını soktukları konutların, afet güvensiz alanlarda, denetimden yoksun ve “çürük” yapılmasının sorumlusu kendileri değil, mevcut sistemdir. Anayasa ile güvence altına alınmış barınma hakkı, yurttaştan alınıp beton lobilerine teslim edilemez.
İzmir emek ve demokrasi güçleri, dün olduğu gibi bugün de halkının yanında, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam etmektedir. Yıkılan her binanın, kaybolan her canın, yetim ve öksüz kalan her çocuğun acısını yüreğimizde hissediyoruz. Başta 6 şubat depremleri olmak üzere, doğa kaynaklı afetlerde yaşamını yitirmiş yurttaşlarımızı saygı ile anıyor, depremlerin kırıma dönüşmediği bir ülkede, barış içinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz.
Basına ve kamuoyuna saygı ile…
İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ