DEPREM VE SONRASINDA YAŞANAN MAĞDURİYETLERİN SORUMLUSU BİLİMLE İNATLAŞAN YÖNETİCİLERDİR
Bayraklı Belediye Meclisinin 04.10.2021 tarih, 108 sayılı kararı ile kabul edilen ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin 11.10.2021 tarih, 05.1146 sayılı kararı ile değişiklikle uygun bulunarak onaylanan, 04.11.2021-03.12.2021 tarihleri arasında askıya çıkarılan 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı Plan Notuna açtığımız davada, İzmir 5. İdare Mahkemesi`nin 2022/176 Esas, 02.02.2023 tarihli ara kararıyla, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç zararlara neden olacağından bahisle yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Söz konusu kararda; "…,hukuka aykırılığı açık olan dava konusu plan notunun uygulanmaya devam etmesi halinde bölgede ikamet eden vatandaşların ve firmaların, mevcut plan notu uyarınca yeni inşaat çalışmalarına girebileceği gözönüne alındığında uygulanması halinde ilgililer açısından telafisi güç ve imkansız zararlara sebebiyet verebileceği de açıktır." denmektedir.
30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan ve kentimizi etkileyen deprem sonucunda 117 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, çok sayıda vatandaşımız yaralanmış ve farklı düzeylerde(ağır-orta-hafif) olmak üzere yaklaşık 80.000 civarında yapı hasar görmüştür. Yaşanan mağduriyetleri gidermek amacıyla meslek odaları olarak hem yerel yönetimlere hem de Bakanlığa alanda yapılacak çalışmaların bilimsel ve teknik çalışmalara dayanması ve kamu yararı çerçevesinde çözümlenmesi konusunda sarf ettiğimiz çabalar ne yazık ki karşılık bulmamıştır.
1 Mart 2021 tarihinde onaylanan plan notuna ek olarak parsel bazında %20, ada bazında %30 verilen emsal artışının teknik olarak tartışılacak bir tarafı bulunmadığını İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyelerinin tamamı bilmektedir. Alınan karar ile birlikte getirilen emsal artışları ile toplamda mevcuda ek %50-60 bağımsız birim artışına gidilmiş ve dolayısıyla nüfus artışı yapılmış, yapılan bu artış ile açıkça "İzmir`e ihanet" edilmiştir. Üstelik yapılan bütün bu artışlar jeolojik-jeoteknik etüd verileri plan kararlarına yansıtılmadan yapılmıştır. Bu kararın altına imza atan belediye başkanları ve meclis üyeleri herhangi bir bilimsel çalışmaya dayanmadan kentimizde yaşanması muhtemel afetleri, felakete dönüştürecek bir suç işlemişlerdir. Bu kararın altında imzası bulunanların, İzmir`de trafik sorunu olduğundan, koku sorunu olduğundan, altyapının yetmediğinden bahsetmeye ve doğabilecek bir zarar halinde doğal afeti gerekçe göstermeye hakkı yoktur, çünkü bizzat sorumludurlar.
Tamamen mali koşullara dayalı, kent bütününü ve kentin uzun vadeli çıkarlarını gözetmeden yapılan emsal artışı ile depremin etkilediği bölgede yeni konut inşa etmeye dayalı yaklaşımın, bilimsellikle, kamucu yaklaşımla uzaktan yakından ilişkisinin olmadığı açıktır. İzmir, bugün için yoğun trafik problemine ilave olarak küresel iklim değişimine bağlı su ve enerji gibi problemleri yakın gelecekte yaşayacak illerimizin başında gelmektedir. Hal böyle iken; emsal artışları ile planlama, mimarlık, mühendislik disiplinlerinin her birini gözardı eden, deprem bölgesindeki mülkiyet sahiplerini ve kenti ana aktörün müteahhit olduğu piyasa koşullarına teslim eden Belediye Başkanları ve Meclis Üyelerinin, 11.10.2021 tarihinde Büyükşehir Belediye Meclisinde almış oldukları karar, açıkça bir kent suçudur. Bu karar açık şekilde piyasacı bir yaklaşımdır ve iktidar partisinin 20 yıldır kentsel alanda uyguladığı politikalarından hiçbir farkı bulunmamaktadır.
İşte tam da bu nedenlerle işlenen suçun karşısında sessiz kalmamız, suça ortak olmak anlamına gelecektir. Toplumcu ve kamucu çözümler yaratmak yerine, TMMOB`u İzmirlilerin vicdanına havale ettiklerini söyleyenleri, vatandaşları otobüslerle meslek odalarının önüne taşıyıp hedef gösterenleri, meslek odalarını gizli ittifakın parçası olmakla suçlayanları, bilim gerektiğinde taviz verir diyenleri, eline A4 kağıt alıp plan çizmeye kalkanları gayet iyi tanıyoruz. Unutulmasın ki TMMOB, toplumun ortak yararını içermeyen, günü kurtarmaya dönük, aklı ve bilimi hiçe sayan uygulamaları her türlü baskıya rağmen geçmişte kabul etmemiştir, bugün de etmeyecektir.
6 Şubat 2023 Depremlerinin kentlerimizde yarattığı can kayıpları ve yıkımlar, bilimle inatlaşıldığında ne kadar acı felaketlerle sonuçlanacağını bizlere bir kez daha göstermiştir. 6 Şubat Depremleri sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından hazırlanan Ön İnceleme Raporunda "Kentsel dönüşüm/yenileme çalışmaları, mevzi, parçacıl ve mevcut kentsel dokudaki riskleri artıran ‘salt emsal artırımına dayalı kaynak yaratma` yaklaşımı terk edilmelidir. Kentsel dönüşüm projeleri, üst ölçekli planlar ile uyumlu olarak yürütülmeli ve alternatif finansman modelleri gözetilerek kurgulanmalıdır." şeklindeki tespiti uyarılarımızın, halkımızın can güvenliğini korumak, sağlıklı ve güvenli kentlerde yaşamasını istemek dışında da bir anlam taşımadığını göstermektedir.
6 Şubat 2023 Depremlerinin yarattığı yıkımın yaralarını sarmak amacıyla TMMOB olarak; afetlere karşı dirençli, güvenli ve sağlıklı kentlerin yeniden inşaa sürecinde idarelerce yapılması gerekenler hakkındaki görüşlerimizi 20.02.2023 tarihinde 18 madde halinde kamuoyuyla paylaşmış bulunmaktayız [1]. İlgili tüm hususlar İzmir için de geçerlidir. 30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan deprem sonrası kentimizde uygulanmaya çalışılan akıl dışı, bilimle en ufak bir ilişkisi olmayan düzenlemelerin, halkımız için çözüm olmadığını, olamayacağını biliyoruz. Yeni afetlere kapı aralayacak yoğunluk artışına ilişkin açtığımız dava sonucunda Mahkeme tarafından belirlenen bilirkişi heyetince hazırlanan 23.12.2022 tarihli raporda, dava konusu işlemin toplamda 23 maddede bilime, tekniğe ve hukuka aykırı olduğu yönünde rapor hazırlamıştır. Süreç bu aşamada iken; Bilirkişi Heyeti, kendisinden herhangi bir talepte bulunulmamasına rağmen 27.12.2022 tarihli ek rapor ile "emsal artışı"ının "üstün kamu yararı" içerdiği yönündeki yeni görüşünü mahkemeye iletmiş ise de; Mahkeme tarafından; ek raporda yer alan hususların kök raporda belirtilen teknik değerlendirmeye aksi bir görüş içermediği ve dava konusu işlemde kamu yararı bulunup bulunmadığı hususunda değerlendirme Mahkemede olduğu gerekçesiyle bu ek rapora itibar edilmediği belirtilmiştir.
17.8.1999 tarihinde tarihinde yaşanan ve ülkemizde yine felakete neden olan deprem nedeniyle açılan bir davada Danıştay 11. Daire Başkanlığının 29.06.2007 tarihli ve Esas No.: 2005/1353, Karar No.: 2007/6248 sayılı kararında "Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin` bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır." şeklindeki karar ile idarenin deprem öncesi sorumluluklarını yerine getirip getirmeden depremin mücbir sebep olarak değerlendirmesinin hatalı olduğu, öncelikle idarenin "… yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı"nın tespit etmesi gerektiği vurgulamıştır. Dava konusu idari işlem 30 Ekim 2020 Ege Denizi Depreminden İzmir kentinde etkilenen ve hasar alan binaların yeniden yapılabilmesine, yani afet sonrası barınma sorununa ilişkin uygulamaya konulan "çözümler" bilimsel olarak hatalıdır. Kamu idareleri anayasanın, yasaların ve yönetmeliklerin kendilerine tanımladığı görev ve sorumlulukları yerine getirmek yerine vatandaşlarımızı müteahhit ile başbaşa bırakmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası`na göre, konut hakkının sağlanması ve gerekli tedbirlerin alınması, devletin sorumluluğundadır. Ancak, dava konusu işlem ile birlikte, afet sonrasında hasar alan binaların yıkılıp yeniden yapılması, serbest piyasanın işleyişine bırakılmış, mali gücü olanlar ile olmayanlar arasında bir ayrım yapılmıştır.
Ülkemizin farklı bölgelerinde yaşanan çeşitli doğal afetler sonrasında, devletin barınma hakkına yönelik politikaları, sorunun kamusal kaynaklar aktarılarak çözülmesini içermemekte, aksine, serbest piyasa koşullarında, yalnızca yeterli mali gücü olan vatandaşların yararlanabileceği şehircilik bilimine aykırı bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ne yazık ki 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri de bunu acı bir şekilde göstermiştir.
30 Ekim 2020 tarihi sonrasında, İzmir ili mülki amiri tarafından bir deprem bölgesi olma niteliğini taşımaya devam eden kentte, ağır hasarlı binalar haricinde (hasar düzeyine bakılmaksızın) bütün hasar alan ya da mevzuat gereğince risk taşıyan yapıların taşınması ya da yıkılarak yeniden yapılması konusunda alınmış idari bir karar bulunmamaktadır.
Deprem açısından riskli bir bölgede bulunan İzmir`de, tehlikenin giderilmesi için alınan tedbirler kapsamında sayılabilecek olan "binaların mevzuata uygun olarak yeniden yapılması" hususunda, kamu yetkisini kullanmamıştır.
Dava konusu işleme konu olan, ağır hasarlı binalar haricinde kalan, ancak 30 Ekim 2020 Ege Denizi Depremi`nde hasar alan ya da mevzuata göre riskli olan binalar için, binalardaki hak sahiplerine, idare tarafından mali yardımda bulunulmamıştır. Aksine, 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun`un 33. maddesinde "Konut ve konut inşaası ve sair yardımlar için yapılacak borçlandırmalar faizsizdir." hükmü yer almasına karşın, konut yapımında ortaya çıkacak müteahhit masraflarının, planlama ilkelerine ve mevzuata aykırı bir şekilde emsal artışı ile giderilmesi yolu seçilmiştir.
Defaatle ifade ettiğimiz üzere; mühendislik, mimarlık ve şehircilik disiplinlerini yok saymadan, bilimsel ve teknik çalışmalar aracılığıyla elde edilecek analiz ve sentezler sonucu imar planı revizyonu yöntemiyle sorunun bütüncül bir tarzda ele alınarak çözümlenmesi gerekmektedir. Ancak deprem sonrası yaşanan mağduriyetlerde kamu idarelerinin sorumluluğunun tartışılması gerekirken, çözüm olarak sunulan yoğunluk artışı ile, idare bu sorumluluktan kaçınarak, kentimiz afetler karşısında savunmasız hale getirilmektedir.
Duymayanlara, duymamak için kafasını kuma gömen yetkili kurumlara bir daha hatırlatmak isteriz: Depremin yarattığı can ve mal kayıpları esasen önlenebilir veya azaltılabilirdir. Ancak bu kamu idaresinin şehircilik faaliyetlerini deprem riskini göz önünde bulundurarak planlı şekilde yürütmesi, binaların yer seçiminde, üretiminde ve kullanımında denetim hususunda aktif rol almasıyla mümkündür. Bu sayede vatandaşlar da kamu idaresi denetimine güvenerek sağlıklı ve yaşanabilir kentte yaşamlarını sürdüreceklerdir. Bu hususta kamu idaresi birinci dereceden sorumludur. Söz konusu gerekçeler dikkate alındığında kamu idaresinin deprem nedeniyle yaşanan mağduriyete yönelik uygulamaya koyduğu emsal artışı, hatalardan ders çıkarılmadığının somut kanıtıdır.
Vatandaşın sorununu çözmekten uzak düzenlemeye ilişkin 20.02.2022 tarihli açıklamamızda belirttiğimiz üzere; "Depremde zarar gören emekçi halkımızı anlıyoruz. Çünkü kamu idaresi başından itibaren emekçi halkımızın müşteri gibi görmüş ve buna yönelik uygulamalara imza atmıştır. TMMOB olarak bilimsellikten uzak, halkımızı yeni felaketlere sürükleyecek ve sermaye düzenini mutlu eden kent suçuna sessiz kalmamız emekçi halkımıza yapılacak en büyük kötülüktür." [2].
Sorunun çözümü bilimsel çalışmaların yanında ülkede uygulanan üretim politikaları ile doğrudan ilişkilidir. Sorunun çözümü gayet açıktır: Ülkemizin kamu kaynaklarının, hasta garantili şehir hastaneleri, geçiş garantili otoyollar, uçuş garantili havalimanlarına aktarılmak yerine vatandaşların sağlıklı ve güvenli kentlerde yaşaması için kullanılması durumunda kentlerimizde var olan problemlerin büyük bir kısmı çözülecektir.
Barınma hakkının temel bir insan hakkı olduğundan hareketle ülkemizde uygulanan kentsel politikalar nedeniyle konutu yatırım aracına dönüştüren kredi teşvikleri, kamu mülklerinin satışı, yabancı konut satışı, kira ve konut fiyatlarının denetlenmemesi, vergilendirmenin adil yapılmaması ve benzeri tüm iş ve işlemlerden vazgeçilmelidir. Anayasanın 56 ve 57. maddelerinde de açıkça belirtildiği üzere tüm vatandaşlarımız için sağlıklı ve güvenli konut alanları planlanmalıdır. Bu nedenle idarecilere, meslek odalarını hedef göstermek yerine, vatandaşları serbest piyasa koşullarına terk etmeyen, kamu kaynaklarını herkes için adil ve hakça kullanılmasını öngören gerçekçi çözümler konusunda görev ve sorumluluklarını hatırlatıyoruz.
Saygılarımızla.
TMMOB İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU