TMMOB
Gıda Mühendisleri Odası

SÜRDÜRÜLEBİLİR GIDA VE TARIMIN EKONOMİ POLİTİĞİGÜVENLİ GIDA BAŞLIKLI TMMOB DÜNYA GIDA GÜNÜ SEMPOZYUMUNU GERÇEKLEŞTİRDİK

SÜRDÜRÜLEBİLİR GIDA VE TARIMIN EKONOMİ POLİTİĞİGÜVENLİ GIDA BAŞLIKLI TMMOB DÜNYA GIDA GÜNÜ SEMPOZYUMUNU GERÇEKLEŞTİRDİK
MERKEZ
Yayına Giriş: 21.10.2019 Son Güncelleme: 21.10.2019

 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü`nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kutlanmaktadır. Bu kapsamda, TMMOB çatısı altında, Odamızın, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odalarıyla ortaklaşa olarak düzenlediği, "Sürdürülebilir Gıda ve Tarımın Ekonomi Politiği / Güvenli Gıda" başlıklı TMMOB Dünya Gıda Günü Sempozyumu`nu, 19 Ekim 2019 tarihinde Ankara‘da gerçekleştirdik.

Sempozyumun açılışında, üç Oda‘yı temsilen Odamızın Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Zeki Taydaş, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Temsilcisi Viorel Gutu birer konuşma yaptı.

TMMOB`ye bağlı Odaların, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin, akademisyenlerin, meslektaşlarımızın, üyelerimizin ve öğrencilerimiz katıldığı Sempozyumda, Prof. Dr. Ahmet Şahinöz "Neo-liberal Politikalar Açlığa Çare Oldu mu?" başlıklı bir açılış konferansı gerçekleştirdi.

Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Uğurlu`nun yönettiği "Sürdürülebilir Gıda ve Tarım‘ın Ekonomi Politiği" başlıklı I. Oturumda, Prof. Dr. Emine Olhan "Gıda ve Tarım‘ın Ekonomi Politiği", Adnan Çobanoğlu "Üretici ve Tüketiciler Açısından Örgütlülük" konulu sunumları ile konuşmacı olarak yer aldılar.

Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Özden Güngör`ün yönettiği "Güvenli Gıda" başlıklı II. Oturumda, FAO Gıda Güvenliği Uzmanı Keigo Obara "Sağlıklı Beslenme için Gıda Sistemleri Yaklaşımı", Prof. Dr. Çağatay Güler "Halk Sağlığı ve Beslenme", Doç. Dr. Yeşim Soyer "Sürdürülebilir Gıda Güvenliği", Prof. Dr. Zülküf Aydın "Gıda Bağımsızlığı ve Türkiye‘de Tarımın Neo-Liberal Dönüşümü" konulu sunumları ile konuşmacı olarak yer aldılar.

Yönetim Kurulu Başkanımız Kemal Zeki Taydaş`ın Sempzoyum`un açılışında yaptığı konuşması aşağıda yer almaktadır. 

 


 

Sağlıklı ve Sürdürülebilir Beslenmeyi Herkes İçin Ulaşılabilir Kılmak

Sürdürülebilir Gıda ve Tarım Ekonomi Politiği/Güvenli Gıda

19 Ekim 2019 Cumartesi/ANKARA

 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü`nün kuruluş tarihi olan 16 Ekim Dünya Gıda Günü olarak kutlanmaktadır. Her yıl FAO tarafından belirlenen bir tema çerçevesinde yapılan Dünya Gıda Günü etkinliklerinde, gıda üretimi, tüketimi ve gıda güvencesine ilişkin konular gündeme taşınarak küresel anlamda büyük önem arz eden açlık ve açlıkla mücadeleye dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Dünya Gıda Günü`nde dünyadaki açlık problemlerinin belirlenmesi ve çözüm yollarının gösterilmesi, ülkeler arasındaki gıda üretimi birlikteliği ile gıdaların üretimi-tüketimi ve satış noktalarındaki hijyen ve sanitasyon etkinliğinin sağlanması, yeterli ve dengeli beslenmenin öneminin belirtilmesi ve bu konularda farkındalık yaratılması, herkesin güvenli ve besleyici gıdalara ulaşmasına katkı sunulması amaçlanmaktadır.

 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) bu yılki Dünya Gıda Günü ana temasını "Eylemlerimiz geleceğimizdir. Sağlıklı beslenme ile açlığa son verilmiş bir dünya", "Sağlıklı ve Sürdürülebilir Beslenmeyi Herkes İçin Ulaşılabilir Kılmak" olarak belirlemiştir.

 

Sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzının bir araya gelmesiyle obezite oranları sadece gelişmiş ülkelerde değil, açlığın ve obezitenin genellikle bir arada bulunduğu düşük gelirli ülkelerde de artmıştır. Dünya nüfusunun çoğunluğu, obezitenin açlıktan daha fazla ölüme sebep olduğu ülkelerde yaşamaktadır. Dünya`da 821.6 milyon insan açlık çekerken, 670 milyondan fazla yetişkin, 120 milyon erkek ve kız çocuğu (5-19 yaş arası) obez, 40 milyonu aşkın çocuk ise fazla kiloludur.

 

BM‘nin raporuna göre 821,6 milyon insan yani dünya nüfusunun yüzde 11 açlık çekmektedir. Açlık oranının en yüksek olduğu yer Afrika Kıtasıdır. Kıta genelinde her beş kişiden biri, Doğu Afrika‘da ise her üç kişiden biri açtır. Rapora göre Afrika nüfusunun yüzde 20‘si, Asya nüfusunun ise yüzde 12‘den fazlası aç görünürken, Latin Amerika ve Karayipler‘de bu oran yüzde 7‘nin altındadır.

 

Sağlıklı ve sürdürülebilir beslenmeyi herkes için ulaşabilir kılmak adına bu seneki tema çerçevesinde TMMOB Dünya Gıda Günü Sempozyumu düzenleyicisi Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odaları olarak "Sürdürülebilir Gıda ve Tarım Ekonomi Politiği/Güvenli Gıda"yı gündem yaparak vurgulamak istedik.

 

İklim değişikliği ve kuraklık gibi doğal afetlerin yanı sıra, gelişmiş ülkelerin tarımsal ürün ticaretindeki korumacı politikaları, gıdaya olan talebin artması, tarımda girdi fiyatlarının yükselmesi, tarım sektörüne yeterli yatırımın yapılmaması, tarım ürünlerinin biyoyakıt üretiminde kullanılması gibi birçok etken dünyada açlık ve yetersiz beslenmeye neden olmaktadır.

 

Günümüz dünyasında, tarımsal aktivitelerin şirketler tarafından yönlendirilir duruma gelmesi önemli bir ekonomi stratejisidir. Dünyada bu üretim anlayışının hâkim olmasıyla açlık ve yetersiz beslenme ortaya çıkmaktadır.

 

Gıda insan hayatı için vazgeçilmez bir ihtiyaç, gıdaya ulaşım ise bir insanlık hakkıdır. Yaşadığımız çağda küresel bir silaha dönüşen su, gıda ve enerji bizim gibi ülkeler üzerinde en önemli hegemonya aracı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Tüketicinin gıdaya erişimi giderek zorlaşırken, sektördeki özelleştirme girişimleri, taşeronlaşma, gıda güvenliğini tehdit eden uygulamalar ve ilgili meslek örgütleri, kurum ve kuruluşların görüşü alınmadan yapılan hukuki düzenlemeler, yaşanan sıkıntıları daha da artırmaktadır. Dünyada herkese yetecek kadar tarımsal üretim ve gıda maddesi varken bu açlığın 21. Yüzyılda yaşandığı unutulmamalıdır. Dünyada gıda konusunda kıtlık olmadığını, tarımsal üretimin toplam talebin üzerinde olduğunu, gıdaya erişimin sağlanamamasında temel sorunun adil olmayan gelir ve ürün dağılımının olduğunu dolayısıyla açlığın nedeninin yetersiz gıda değil temelde yoksulluk olduğunu vurgulamak gerekir.

 

Çağımız hastalığı aşırı ve lüks tüketim alışkanlığı,  gıdaya adil ulaşmanın önündeki en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu alışkanlık gıdada israfı beraberinde getirmektedir. Bu kadar aç insanın olduğu bir dünyada,  üretilen gıda maddelerinin %10‘ unun tüketilmeyerek çöpe atılması anlaşılacak bir durum değildir. Yılda yaklaşık 1,3 milyar ton gıda çöpe giderek heba olmaktadır. Sadece bu tüketilmeyen ya da tüketilemeyen, çöp olarak son bulan üretim fazlasıyla bile açlık çeken insanları doyurabilmek mümkündür.

 

Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketler dünya piyasasına hâkim durumdadır. Küresel ölçekte dört şirket piyasayı tohumda %58.2,  tarımsal kimyasallarda %61.9,  gübrede %4.3,  hayvansal ilaçlarda %53.4 oranında kontrol etmektedir. Hayvansal üretimde bu oranlar tavukçulukta %97, domuz ve sığırda ise yaklaşık %66 düzeyine ulaşmıştır.

 

Bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin %85`ini, sekiz şirket ise kahve satışlarının %60 ını kontrol etmekte, özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi tarım ürünü gıda maddelerini hâkimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar vermektedirler. Yaşamın sürdürülmesi için mutlak gerekli olan gıda üretimi bugünün dünyasında yalnızca belirli ellerde toplanmaya ve tüm dünyaya bu yaklaşım egemen kılınmaya çalışılmaktadır.

 

Ülkemizde ise 60`lı Ve 70`li yılların planlı dönemlerinden sonra 24 Ocak `80 Kararları ve onun ardından gelen 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte tarımdaki desteklemelerin tarımsal üretimi artıracak ve kırsalda istihdam artışı sağlayacak şeklindeki yaklaşımından uzaklaşılmış, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü` nün zorlamaları doğrultusunda tarım ve gıdada köklü dönüşümler yaşanmıştır. EBK, SEK, Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, Azot Sanayi-Türkiye Gübre Fabrikaları ve Yem Sanayi gibi kamu iktisadi teşekküllerinin bir kısmı özelleştirilmiş, bir kısmı da kapatılmıştır. TMO gibi KİT` lerle birlikte, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik gibi üretici kooperatif ve birliklerinin ise içi boşaltılarak işlevsizleştirilmiştir.

 

Bütün bunların sonucunda 80`lerden bu yana uygulanan neoliberal tarım politikaları bizi gıdada dışa bağımlı hale getirmiş, çiftçiler tarımsal üretimden vazgeçmeye başlamıştır. TÜİK verilerine göre ülkemizde her yıl ortalama bir milyonluk nüfus artışına rağmen 2002 yılında tarımda istihdam edilen nüfus 7 milyon 458 bin kişi yani çalışan  nüfusun % 35 iken bu dönemde, tarım sektöründe çalışan sayısı 5 Milyon 480 bin kişiden 5 Milyon 173 bin kişiye düşerek 307 bin kişi azalmış yani İstihdam edilenlerin yüzde 18,3‘üne gerilemiştir.

 

Son on yedi yıldaki AKP Hükümetleri döneminde uygulamaya konulan yanlış tarım politikaları sonucu çiftçi tarımdaki gücünü yitirmiş ve yoksullaşmıştır. Tarımda modernizasyon, küçük tarımsal alanların birleştirilip, büyütülmesine ve dolayısıyla düşük gelirli topraksız köylülerin köylerini terk edip, kente göç etmesine neden olmuştur. Ülkemiz, küresel dünyada rekabet edebileceği tek silahını da kaybetmiş ve tarımda dışa bağımlı hale gelmiştir.

 

Türkiye, kuru kayısı, incir ve üzüm ile fındık dışında buğdaydan pirince, fasulyeden nohuda, mercimekten mısıra, soya fasulyesinden pamuğa, kuru ottan samana ve kırmızı ete kadar hemen tüm tarım ürünlerinin ithal edildiği bir ülke durumuna getirilmiştir.

 

Görüldüğü gibi bu koşullarda sağlıklı ve sürdürülebilir beslenmeyi herkes için ulaşılabilir kılmak oldukça zorlaşmıştır. Adil bir gıda dağılımı ve gıdaya erişim hakkının olabilmesi için;  üretici doğru yöntemlerle desteklenip, üretim süreçlerinde tutulmaya çalışılmalı, tarımsal AR-GE‘ ye daha fazla yatırım yapılmalı, tarımsal ürün planlaması yapılarak israf önlenmeli, toprağı işlemede aile işletmelerine öncelik verilmelidir.

 

Kent kökenli endüstriyel devrim, gelişmekte olan ülkelerde kırsala doğru yayıldıkça gerek teknik açıdan, gerekse tüketilen besinler açısından küresel şirketlere olan bağımlılığı artırmıştır. Şirket tarımcılığı ve yeşil devrimin birlikteliğine daha sonra genetik uygulamalarla modifiye edilmiş ürünlerde katılmıştır. Genetiği değiştirilmiş bu organizmaların (GDO) tarımıyla başlayan üretim teknikleri dünyada adeta ikinci bir yeşil devrim olarak gösterilmiştir. Oysaki vahşi kapitalist neoliberal politikaların sonucu, kuraklık, tarımsal verimsizlik ve gıda azlığının GDO ile çözüleceği konusundaki zorlamalarla, tarımsal üretimin ekseni değiştirilmeye çalışılmaktadır. GDO lu üretimle yapılmak istenen;  avcı-toplayıcı göçebe toplumdan, yerleşik tarım yapan topluma geçiş ile başlayan, insanlık tarihi boyunca insanlığın ortak malı olmuş tohumların, bir kişi, bir isim, bir şirket adına tescillenerek sahiplenilmesi ve bunun hazırlanmış hukuki sözleşmelerle, ücreti karşılığında üreticiye satılıp,  üreticinin bağımlı hale getirilmesidir. "Tescilli, patentli tohumu alırsan üretim yaparsın" anlayışı ülkelerin gıda egemenliğini yok eden bir anlayıştır.

 

Değerli katılımcılar,

 

Tarım alanlarımız yok ediliyor; zeytinlikler ve meralar çimento, mermer ocakları, altın ve gümüş madenciliği gibi toksik kimyasal kirlilik yaratan sanayi yatırımlarına açılıyor. Bebek mamalarında, pirinçte GDO çıkıyor. Sermayenin allayıp pulladığı "organik gıda" pazarının kâr payı büyüyor. Sağlıklı, doğal ve güvenli gıdaya ulaşmak büyük bir sorun haline geliyor. Gıda ve beslenme en temel sosyal haklardan biriyken bir lüksmüş gibi sunuluyor ve bu hakka erişim engelleniyor.

 

Son yıllarda gıda güvenliği alanındaki dikkat çekici gelişmelere rağmen, gıda kaynaklı hastalıkların küresel boyutu hala kabul edilemez düzeydedir. Dünya`da her yıl yaklaşık 600 milyon kişi (her on kişiden birine denk gelecek şekilde) kirli yiyecekleri yedikten sonra hastalanmakta ve bu grup içerisinden 420.000`i yaşamını yitirmektedir. Görüldüğü gibi bu rakam, gıda güvenliğinin, yaşamımızın ne kadar değerli bir parçasını oluşturduğunu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Güvenilir gıda, yalnızca daha iyi sağlık ve gıda güvenliği için değil aynı zamanda geçim kaynakları, ekonomik gelişme, ticaret ve her ülkenin uluslararası itibarı için giderek daha çok önem taşımaya başlamıştır.

 

Yukarıda ifade edilenlerin doğrultusunda, sağlıklı ve sürdürülebilir beslenmeyi herkes için ulaşılabilir kılmak adına açlığın, yokluğun ve yoksulluğun son bulduğu, hakça adil bir paylaşımın olduğu, korkulardan, kaygılardan uzak, güvenli, sağlıklı, savaşsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`ne bağlı 2019 yılı Dünya Gıda Günü Sempozyumu düzenleyicisi Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odaları olarak mücadelemize ara vermeksizin devam edeceğimizi kamuoyuna ve siz değerli katılımcılara saygıyla duyururuz.

 

Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odaları a.

 

Kemal Zeki TAYDAŞ

Gıda Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı

Okunma Sayısı: 871